“Psikanalizi tedavi yönetiminden çok bilinçlenme aracı olarak görüyorum”
Düşünbil Dergisi’nin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni Olcay Yılmaz ile 2013 yılında yapılan, ancak yayınlanmamış bir röportajı sandıktan çıkarmaya karar verdik.
Cemre Topcu: Merhaba Olcay Bey. Sizi çoğu kişi yazılarınızdan tanıyor. Konuşulacak çok şey var ancak öncelikle bize kendinizi, kendi ifadelerinizle anlatmak ister misiniz?
Olcay Yılmaz: Klasik anlamda söylemem gerekirse düşünen, sorgulayan, merak eden, okuyan; üretmekten ve paylaşmaktan mutlu olan biriyim. Her ne kadar geç kalmış bir kitap okuru olsam da kendimi bildim bileli insanı, toplumu, doğayı ve evreni sorgulamaya çalışırım. Çevremdeki kültürel yoksunluk beni çok sonraları bilimsel düşünce ile tanıştırsa da yeniliğe hep açık oldum. Kendimi okumakla, yazmakla ve paylaşmakla yenileyebiliyorum. Sürekli değişen ve gelişen bir zihinle yaşamak beni mutlu ediyor. Bu zihinle kendimi, toplumu, doğayı ve evreni daha iyi tanıyabiliyorum.
C.T.: Düşünbil ve Libido dergilerinin editörlüğünü yapıyorsunuz. Dergi girişimi nasıl ortaya çıktı? Bizimle editörlük serüveninizi paylaşır mısınız?
O.Y.: Dergi çıkarmaya okuduğum üniversitede katıldığım bir kulüp aracılığıyla başladım. Her ne kadar amatör bir dergi çıkarmaya çalışsak da bu girişim beni dergiciliğe itti. Bu dönemde “Düşünsel”adında bir bülten çıkarmaya başladım. 8 sayı çıkan bu bülten Düşünbil’in bir ön girişimi sayılırdı. Bir yıl sonra da 2007 yılında Düşünbil Dergisi çıktı. Her şey amatör olarak başlamıştı ve o günden bu güne hala amatör bir ruhla bu serüveni sürdürmeye çalışıyorum. Tabi sonradan başka dergi çalışmaları da oldu. Libido Dergisi de bunlardan biriydi.
C.T.: 7 yıldır Düşünbil Dergisi ile -bir nevi- uğraşıyorsunuz. Dergi sıkça yenilendi, ufak tefek değişimler oldu. Hatta Libido dergisi artık devam etmiyor sanıyorum. Yaşadığınız ekonomik sorunları nasıl atlattınız? Özellikle yeni bir dergi çıkarmak isteyen arkadaşlarımız oldukça merak ediyorlardır.
O.Y.: Herhangi bir dergide çalışmamış bir insan dergiciliğin ne denli zor olduğunu bilemez. Hele ki dergiyi tek kişi çıkarıyorsa zorluğunu anlatmaya kelimeler yetmez. Ancak dergicilik sevilerek yapılan bir iştir. Sevmeyen biri uzun süre dergiyi yürütemez. Ayrıca dergi çıkarmak büyük bir maddi gelir kaynağınızın olmasını gerektirir. Maddi geliriniz yoksa dergiyi bir yıldan fazla çıkartamazsınız. Peki, “bunu nasıl başarıyorsunuz” diye soranlar var. Dergicilik bir gönül işi ve her ne kadar tek başıma bu işi yürütsem de ara dönemlerde çok arkadaşımız dergiye destek verdi ve hala birçok arkadaşımız bu desteği sürdürmektedir. Bunun dışında dergiye reklâm almak için çok çaba harcadık. Dergiler ya reklamlarla (sponsor) ayakta kalır ya da satışlarla. Dergi satışları ülkemizde ne yazık ki çok aşağılarda… Bu nedenle iş daha çok reklâm bulmaya kalıyor. Reklâm bulamadığımızda dergiyi çıkartamama ile karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin geçen sayıyı neredeyse çıkaramıyorduk. Bu tür olumsuz yanları elbette ki var. Ama Düşünbil bugün hala var ise bu, derginin insanlar tarafından ilgi görmesinden kaynaklanıyor. İnsanlar sanırım Düşünbil’i seviyor. Biz de onları elbette!
C.T.: Düşünbil dergisinde pek çok farklı alanla ilgili yazılar okuyoruz. Dergi sayfanızda da “felsefe, bilinç, cinsiyet, genetik, sanat, fizik (…)” gibi farklı alanları kapsadığınız belirtiliyor. Bu kadar farklı konulara değinme süreci nasıl işliyor? Bize pek kolay görünmedi.
O.Y.: Kişisel olarak benim insanı, toplumu, doğayı ve evreni sorgulamaya çalışma çabalarım dergide de kendini gösterdi. İnsanı anlamak için psikanalize, toplumu anlamak için sosyolojiye, doğayı anlamak için biyolojiye, evreni anlamak için fiziğe ve tüm bunları anlamlandırmak için felsefeye gereksinimiz vardı. Bunun dışında kültürel olanla biyolojik olanı ayırt etmek için fen bilimleri ile sosyal bilimler arasında bir köprü kurmamız gerekiyordu. Tüm bunları bir laboratuarda araştırıyoruz ve bu laboratuvar Düşünbil olmuştu. Örneğin sosyal olanla biyolojik olan arasındaki ayrımı kavramamız gerektiğinde psikanalize başvuruyoruz. Böylelikle gen mi, mem mi sorusunun yanıtını psikanaliz sayesinde kolayca bulabiliyoruz. Bunu dışında yine zihinle ilgili araştırmalarda zihnin yapısını anlamak için nöroloji ile felsefe arasında bağlantılar kuruyoruz. “Zihnimiz nasıl oluşuyor?” “İnsan davranışlarında özgür müdür?” “Ahlak nedir?” gibi temel soruların yanıtını arıyoruz. Elbette ki böylesi bir bilimsel bakış kolay değil; ancak, bu bir süreç ve eksikliklerimizi tamamlamak için daha çok çalışmamız gerektiğini biliyoruz.
C.T.: Dergilerle ilgili son bir sorum daha olacak. Düşünbil, fazlaca reklam içeren, genel dağıtmda ve sürekli göz önünde bir dergi değil. Okurların dergiye nasıl ulaştıklarından bahseder misiniz?
O.Y.: Düşünbil bireysel bir çaba ile çıkan bir dergi. Ayrıca önüne gelen herkesin takip edeceği bir dergi değil. Hayat ile problemi olan, bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünen insanlar ancak bizimle iletişime geçiyor. Bu iletişim tabi kolay kurulmuyor. Çoğu kişi dergimizden bihaber! Dağıtımı elden ve sınırlı illerde yapıyoruz. Ama yine de insanlara bir şekilde ulaşmayı başarıyoruz. Bunu da sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile gerçekleştirmeye çalışıyoruz. İnsanlar dergiyi daha çok sosyal medya aracılığı ile tanıyor. Abonelikler de genellikle sosyal medya aracılığı ile gerçekleşiyor. Etkinliklerimizi sosyal medya aracılığı ile duyuruyoruz. Bugüne kadar 2000 adet dergiyi okuyuculara sosyal medya aracılığı ile ücretsiz gönderdik. Ayrıca mail ağımız var. Bunun dışında çeşitli mail gruplarımız ile insanlar ile sürekli iletişimdeyiz.
C.T.: Düşünbil İM Yayınlarından 2 kitabınız yayımlandı. Özellikle “Kadın ve Penis” kitabı oldukça ilgi çekici. Kısaca kitaplarınızdan bahseder misiniz?
O.Y.: Bir derginin yayınevi ya da bir yayınevinin bir dergisi yoksa mutlaka eksik bir şeyler var demektir. Dergi ve kitap birbirini tamamlayan unsurlar. Dergi yer kaplaması bakımından saklanabilirliği düşük bir materyal. Ancak kitap öyle değil. Kitap bir konuda çokça bilgi edinebileceğiniz ve saklanabilirliği kolay bir materyaldir. Bu nedenle derginin yanında kitap çalışmalarına da başladım. İlk kitabım “Kadın ve Penis” oldu. Okumalarım evrim ve psikanaliz çevresinde yoğunlaşınca bu iki konu ile ilgili bir şeyler fark etmeye başladım. Evrimsel psikologlar ile psikanalizciler arasında bir iletişim kopukluğunun olduğunu gördüm. Darwin ve Freud aynı kitapta pek yan yana gelmiyordu; gelse dahi birbiri ile çatıştırılıyordu. Oysa Darwin ve Freud birbirini tamamlayan kuramcılardı. Ben de bu kitapta eş seçimi üzerinden giderek bu iki filozof, bilim insanını harmanlamaya çalıştım. Kitap, iyi bir dağıtım yapılamamasına rağmen çok ilgi gördü. Geri dönüşler hep olumlu oldu. Bu nedenle ben de kitabın devamını yazabileceğimi düşündüm. Yakın zamanda kitabın devamı için kolları sıvamayı düşünüyorum.
C.T.: Psikanaliz ile ilgileniyorsunuz. Günümüzde oldukça tartışılan ve bazıları tarafından ötekileşen bir konu. Psikanaliz bireye ne kazandırabilir? Kısaca, sizin psikanalize bakışınız ve psikanalizin aydınlanmadaki yeri nedir?
O.Y.: Ben psikanalizi bir tedavi yönetiminden çok bir bilinçlenme aracı olarak görüyorum. Psikanalizle insanlar kendi iç benliklerinin derinliklerine inerek kendilerini tanıyabilirler. İnsanlar genellikle bu tür yüzleşmeden kaçınıyorlar; bu da psikanalizin bir kenara itilmesine neden oluyor. Psikanaliz ötekileştirilen ve rahatsızlık uyandıran bir kuramlar bütünüdür. İnsanlar kendilerini eleştirmekten korkuyorlar, kendileri ile yüzleşmemek üzerine kurulan bir yaşam ve bu yaşamdan o kadar çok şey bekliyorlar ki, kendisine ayna tutan bir unsura karşı şiddetle tepki gösteriyorlar. Oysa psikanaliz ile insanlar uygarlığın getirdiği hoşnutsuzlukların farkına vararak bu hoşnutsuzluktan sıyrılabilirler. Yanılsamalı bir yaşam ile gerçeklere sırt dönmüş insanlar psikanaliz ile gerçeğin özüne inebilirler. Psikanaliz bir kuramlar bütünüdür ve bu kuram Darwin’in, Marx’ın kuramları gibi toplumsal gelişime katkısı olan bir kuramdır. Kopernik, Darwin ve Marx’ın kuramları nasıl insanları rahatsız ediyorsa Freud’un kuramları da insanları rahatsız ediyor.
C.T.: Bildiğim kadarıyla bir komün projeniz var. Öncelikle, bize kendi kafanızdaki projeyi anlatır mısınız? Nasıl bir düzen ve işleyiş düşünüyorsunuz?
O.Y.: Aslında bu konu hakkında fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü çalışmaları devam eden ve her türlü çarpıtmaya açık bir proje. Kısaca anlatmam gerekirse bu proje bir Börklüce Mustafa Köyü projesidir. Börklüce Mustafa’nın tarihsel ve toplumsal önemi ortadadır. Onu ve onun toplumsal düşüncesini yaşatmamız bir insanlık görevidir ve biz bunu ona ve yoldaşlarına yakışır biçimde yapmaya çalışacağız. İleriki aylarda çalışmanın sonuçları hakkında bilgilendirme yapacağız.
C.T.: Bunlar dışında, şimdiye kadar düzenlediğiniz ve ileride düzenlemeyi düşündüğünüz etkinliklerden bahseder misiniz?
O.Y.: Bugüne kadar birçok etkinliğe imza attık. Bunlar arasında panel, konferans, sempozyum, atölye, sergi, gezi ve kamp gibi etkinlikler bulunuyor. Panel, konferans, ve sempozyumlar genellikle Felsefe, Evrim, Psikoloji ve Teoloji üzerine oldu. Bunlar arasında Felsefe Günleri, Mitoloji Günleri, Evrim Sempozyumu ve Teoloji Sempozyumu gibi büyük etkinlikler de var. İleride yine bu etkinlikleri düzenlemeyi sürdüreceğiz. Türkiye’de ilk kez bilimsel bir Evrim Sergisi düzenledik. Amacımız bu sergiyi Türkiye’nin birçok noktasına taşıyabilmek. Bilindiği gibi Adnan hocanın fosil sergileri birçok ilde birçok noktada halka açık olarak sergilenmektedir. Evrimin varlığını dışlayan ve bilimsel olmayan bu sergilere karşı bizim de bir şeyler yapmamız gerekiyordu.. Ancak Türkiye’de maalesef bilimsel düşünceye yeterince destek verilmiyor. Ama biz yine de çalışmalarımıza devam edip bu sergiyi birçok ilde göstermeyi sürdüreceğiz.
C.T.: Organizasyonlarda pek çok sorunla karşılaşılıyor. Siz ne gibi sıkıntılar yaşadınız? Üstesinden gelemediğiniz ya da sizi çok zorlayan sorunlar oldu mu?
O.Y.: Etkinlikle ilgili daha çok salon sıkıntımız var. Türkiye’de büyük etkinlikleri yapmak için uygun salon bulmak maalesef çok zor. Bu konuda belediyelerin desteğini aldık; ancak bu destek hep sınırlı oldu. Bunun dışında yapacağımız etkinlikler için en uygun salonlar üniversitelerde bulunuyor. Ancak onlar da üniversite dışından gelenlere ücretli veriliyor. Öğrenci kulüpleri kendi üniversitelerinde salonları ücretsiz alabiliyorlar; bu konuda onlardan destek alabiliyoruz. Ancak ulaşabildiğimiz öğrenci kulübü de sınırlı sayıda. Çeşitli kurum ve kuruluşlardan gelen ortak etkinlik projelerine -ilkelerimiz doğrultusunda- açığız. Örneğin yakında İstanbul Kültür Üniversitesinden Bilimsel Düşünce Kulübü ile ortaklaşa evrim sergisi düzenleyeceğiz. Bu tür etkinliklerin artması içinde ayrıca çaba harcıyoruz.
C.T.: Teşekkür ederim Olcay Bey. İyi çalışmalar…
Comments are closed