Beynimizin %10’unu mu kullanıyoruz? Bu bilgi birçok kişinin ilgisini çekiyor. Peki, gerçekten bu doğru mu? Beynimizin % 90’ını kullandığımızda daha mı zeki olacağız? Peki, kullandığımız şey beyin mi yoksa zihinsel süreçler mi?
Burada iki temel ayrımdan söz etmemiz gerekiyor. Birincisi madde anlamındaki beyin ile bu beynin işlevi veya fonksiyonu veya organizasyonu olan zihin arasında temel bir ayrım yapmamız gerekiyor. Örneğin bir piyanonun tuşları ile bir müzik eserini çalıyoruz. Bu da demek oluyor ki bir piyanonun tamamını ile değil yalnızca birkaç parçası (tuş, tel vb.) ile müzik eseri icra ediyoruz. Ama yine de piyanonun diğer parçaları bu müzik eserini icra etmede -doğrudan olmasa da- dolaylı olarak görev almaktadır. Aynı şekilde beynimiz, zihinsel süreçleri üretirken belirli alanları kullanmaktadır. Beynimizin ne kadarı denildiğinde bu zihinsel süreçleri işleyen bölgeler akla geliyordur. Örneğin motor aktivitelerini üstlenen bölgeler de var. Ama biz onları kontrol edemiyoruz.
İkinci olarak şu konuda hemfikir olmamız gerekiyor: Beyni kullanmak ile zihni kullanmak arasında doğrudan bir bağlantı gerçekten var mı? Örneğin beyni çalıştığı halde zihinsel süreçleri yerine getiremeyen insanlar var. Sanırım burada “beynimizi kullanmaktan çok zihnimizin ne kadarını kullanabiliyoruz” sorusu akla daha yakın gözüküyor. Ama bu da bazı temel sorulara neden olabilir. Çünkü zihni tanımlamak oldukça güç bir iş! Antik Yunan’dan beri bu konu tartışıla gelmiştir ve hala tartışılmaktadır.
Gelelim bilim insanlarının ne dediğine. Nöropsikanalistler zihinsel süreçlerimizin %95’ini bilinç-dışı süreçler olduğunu söylüyor[1] (Bazı kaynaklara göre % 95 ile %98 arasında[2]) Eğer bu oran doğruysa insanlar zihinlerinin ancak %5’ini bilinçli olarak “kontrol” edebilmekte ve kullanılabilmektedir. Peki, bu %5 dışında kalan bölümü kullanabiliyor muyuz? Elbette bu bölüm de kullanılıyoruz; ancak bu bölüm bilinç-dışı zihinsel süreçleri kapsıyor. Bu da demek oluyor ki asılanda zihnimizin %95’ini kendimiz kontrol edemiyoruz. Örneğin sigara tiryakiliği buna örnek verilebilir. Sigara içmeyi ancak %5 oranında kontrol edebiliriz. Eğer zihnimizi %95 bilinç-dışı süreçler yönetiyorsa o zaman “Bu bilinç-dışı süreçler nelerdir?” diye sormamız gerekiyor?
Bizler biliyoruz ki bireyler doğuştan toplumsal bir yasa ile doğmaz. İnsanı insan yapan unsur kültürdür ve kültürel öğelerle zihinsel süreçlerimiz belirlenir. Eğer bu varsayımda hemfikir isek bireyi yöneten merkezi bulmamız daha kolay olacaktır. Bu anlamda insan, özgür bir iradeye sahip değilse o zaman bireyi yöneten ve yönlendiren kültürel öğelere bakmamızda fayda var. Bu bağlamda öznenin merkezi birey değil, bireyin dışında olan ötekidir. Burada ‘öteki’nden söz ettiğimiz şey karmaşık unsurları içermektedir. Toplumsal yasalar, aile, din, kitle iletişim araçları veya sevdiğiniz biri… Evet, insanlar zihinlerinin tamamını kullanırlar ama zihinlerinin küçük bir bölümünü yönlendirebilirler.
Sizlere mistik gibi gözükse de insanın zihninin başkaları tarafından yönetilebilir olması oldukça muhtemel. Elbette karmaşık bir yapısı var. Ancak birçok bilim insanı veya filozof, insanda özgür iradenin olmadığını kabul etmektedir. Nöropsikanalizciler de insanların zihinlerinin büyük bölümünün bilinç-dışı süreçlerden oluştuğunu ve bu bilinç-dışı süreçleri doğar doğmaz başkaları tarafından edindiğimiz kültürel bilgi veya davranış kalıplarının oluşturduğunu söylemektedir. Eğer ki özgür bir iradenin varlığını kabul ediyorsak o zaman tüm toplumsal öğeler de buna göre biçimlenecektir. Aslında günümüzde toplumsal sistemler özgür bir iradenin varlığını kabul ederek yasa yaparlar. Örneğin hukuk sisteminde birey, kendi davranışlarından sorumlu olduğu için cezalandırılır. Oysa “Özgür irade yoktur!” temelinde yasalar olsaydı bu durumda birey ancak %5’lik bir ceza alması gerekiyordu. Asıl cezayı alması gereken bilinç-dışı süreçleri yöneten unsurların kendisidir. Ancak bu unsurlardan biri devletin kendisi olduğu için devletler özgür bir iradenin varlığını kabul etmek istememektedirler.
Sonuç olarak insanların kendi zihinlerinin %10’nu kullanıyor söylentisi hem doğru hem de yanlıştır. Eve doğrudur; çünkü insanların zihinsel süreçlerinin büyük bölümü bilinç-dışıdır ve kendileri tarafından yönetilmemektedir. Ayrıca bu durum değiştirilebilir değildir. İnsanlar ne yaparlarsa yapsınlar bilinç-dışı süreçlerin ancak küçük bölümüne erişebilirler. Elbette bu zorlanabilir ve insanları kendileri ile yüzleştirme noktasında fayda sağlayabilir. Ancak bilinci de, bilinç-dışı süreçler belirlediğinden dolayı bunu, insanı kendi başına yapması pek mümkün gözükmemektedir. Yanlıştır; çünkü insanlar zihinlerini zaten bütünüyle kullanıyorlar ama bu kullanılan zihnin ancak küçük bir bölümünü kontrol edebiliyorlar. Elbette temel soru şu olmalı: İnsan kendi aklının efendisi midir? Eğer ki bu soruya evet diyorsak bu bir yanılsama olacaktır. Bu soruya evet diyenler öznenin öteki tarafından belirlendiğini kabul etmeyerek tanrısal bir zihne sahip olduğunu böylelikle tüm zihnini kendinin kontrol edebileceğine inanırlar. Oysa tanrısal bir zihin yoktur…
Kaynaklar:
[1]. https://www.academia.edu/1786246/Rhetoric_and_the_Plastic_Brain
[2]. http://astrongchoice.com/looking-more-closely-at-the-iceberg/
Bu yazı 26 Ağustos 2016 tarihinde Düşünbil Portal‘da yayınlanmıştır.
Comments are closed