Dünyanın en uzun bestesi kime aittir, bilmeyiz ama bildiğimiz bir şey var ki o da bir müziğin ilk notalarını duyduğumuzda heyecanlandığımızdır. O müziğin nerede başladığını biliriz ama nerede sonlanacağını bilemeyiz. Notların yerine çocukları koyduğumuzda ve her nota bir ölümü temsil ettiğinde o zaman bu müzik kulağa daha anlamlı gelir. Bu şarkının orada hemen bitmesini isteriz ama bu şarkı maalesef bitmez. Çocuklar ölmeye devam eder.
Bu ülkede, bu coğrafyada hiçbir çiçeği yeşertmediler. Bu ülkenin toprağı mı çöl, hayır! Suları mı kurudu, hayır! Bu ülkede zihinler çölleşmiş; ölüm, katilam ve baskı başucu edilmiş. Her başa geçen -çocukluğunu unutup- devletin ardına sığınarak ülkenin çocuklarına kıymış. Oysa devletin varlık nedeni tam da burada değil miydi? Halkı koruyan, kollayan devlet şimdi bir bir halkına saldırıyor. Kendinden olmayanı yok ediyor. Peki, nereden geliyor bu zihniyet?
Bu zihniyet 1000 yıl bu topraklarda hüküm sürdü. Nice padişahlar, sultanlar ve saraylar gelip geçti, gölgesiz. Kendinden olmayanları sürdü, katliama uğrattı, yok etti. Bir metre kefen bezinden söz edenler, binlerde canı o kefene koyup toprağa gömdü; ‘bu dünyanın malı mülkü boştur’ diyenler saraylar hanedanlar kurdu. Bu gençler bizim gencimiz diyenler o gençlerin kanlarını döktü. Çocuklara hediye verenler çocukları duvarlara hapsetti.
bu karanlık yeni başlıyor,
bu şarkının notaları nerede bitecek
ve bu ateşi kim söndürecek.
evlerimiz aranıp gözlerimiz taranacak.
Kalplerimizden vurup notalarımız yerlere saçılacak.
bu alacakaranlık daha nereleri karartacak…
Bu yazı 21 Aralık 2015 tarihinde Düşünbil Portal‘da yayınlanmıştır.
Comments are closed